Post by Admin on Jun 27, 2013 0:44:50 GMT 2
www.bianet.org/bianet/siyaset/147986-kardes-degiliz-dusman-olmayalim?bia_source=rss&utm_medium=twitter&utm_source=twitterfeed
“Söylesem tesiri yok, sussam gönül râzı değil” diyor Fuzuli. O haldeyim, haldeyiz belki de. Söylenenlerin, duyması gerekenlerin nezdinde hiçbir anlamının olmadığı günler yaşıyoruz.
Dünyamızı değiştirmeye çalışıyoruz bir yandan umutla, bir yandan “içim(iz)de ölen biri var.”
Hayatımıza yeni kelimeler girdi, yeni anlamlar. “Akrep”mesela. Ya da “bağzı”. Gülüyoruz ba(ğ)zen, mizah kurtarıyor bizi, gençlerin zeka dolu mesajları, sloganları. Öte yandan bir haberle yıkılıyor, yılıyor, irtifa kaybediyoruz.
Kimimiz “İlk defa bir ülkem oldu” diyor, kimimiz “Hayır sevmiyoruz. Niye terk edelim? Değiştireceğiz” diyor. Ben hep sevdim bu ülkeyi, yaşadığım şehri, halk otobüsünde yanıma oturan bin bir türlü insanı.
Belki burası “bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi”, belki “bunlar” diye başlanan nefret dolu cümlelerdeki “bunlar” biziz ama burası bizim de evimiz.
Bir iktidarın gelip “ileri demokrasi” adı altında, her şeyi “biz biliriz” kibriyle hayatlarımıza musallat olup, bizi öldürmeye hakkı olmadığını biliyoruz. Ve bunun için savaşıyoruz. BURASI BİZİM DE ÜLKEMİZ diye.
Gezi’nin bize kazandırdıklarını da biliyoruz. Kaybettirdiklerini de.
(...)
Annemize, babamıza, kardeşimize, bakkalımıza, manavımıza, kuaförümüze, otobüste yanımızda oturan teyzeye, taksiciye, restoranda bize servis yapan garsona. Herkese.
Onların diliyle anlatmalıyız gerekirse, yalanla imanın bir arada bulunmayacağını söylemeliyiz.
Başörtüsünü malzeme yaparak kendine oy toplayan iktidarın, yıllardır bunu değiştirmeye gücü olduğu halde değiştirmediğini anlatmalıyız. Seni kullanıyorlar demeliyiz, inancını istismar ediyorlar.
Faiz lobisi diye uydurma bir kavramla aslında seçmeninin zekasıyla bile dalga geçtiklerini ve Ali Duran Topuz’un ifadesiyle yapılan her şeyi onaylayan bir “caiz lobisi”nin ortaya çıktığını anlatmalıyız. “Benim polisimi öldürdüler”, “Camide içki içtiler” gibi onlarca yalanın arkasına sığındıklarını, ellerinde belge olsa zaten bir gün bile durmayacaklarını. Yukarıdan bakarak değil ama yanlarında olarak konuşmalıyız insanlarla.
“Başbakan ne derse doğrudur”a inanmanın mantığını sorgulattırmalıyız halka. Eğer ekonomiye zarar geldiyse onlarla birlikte aynı zarardan etkilendiğimizi ama hayatlarımızı onların da daha özgür bir ülkede yaşamaları için riske attığımızı...
“Aldatan cehennemdedir” demeli ve aldatıldıklarını anlatmalıyız belki de.
Bu süreçte hatalı olduğumuzu düşündüğümüz şeyler varsa onları da eklemeliyiz. Kibre kapılmadan, iktidarın diline bürünmeden. ASLA küçümsemeli, cahil dememeli, üç paket makarna için oy verdiler gibi alçaltıcı ve hatta neredeyse alçakça söylemlere sığınmamalıyız.
Burslu okuttuklarını söyledikleri çocuklarının iş dünyasına atıldıklarında burslu gemi sahibi olduğunu anlatmalıyız. Dinlemeyenlere, dinleyip de unutmuş olanlara başbakan’ın “gemi var, gemicik var” sözünü hatırlatmalıyız.
Çoğunun kira evlerde, asgari ücretle geçinmeye mahkum olduğu bir ülkede birilerinin kısa zamanda nasıl zengin olduklarını anlatmalıyız sonra. “Saray odası” adını koydukları ultra-lüks evlerin sahiplerinin hep aynı “mahalle”den geldiklerini…
Bıkmadan, usanmadan, durmadan, dinlenmeden.
Ölülerimizi anlatmalıyız, öldürmenin dahi ödüllendirildiğini, polislerin alnından öpülüp “destan yazdıkları” söylendiğini…
Başbakan’ın her konuşmasında “bunlar camide bile içki içtiler” diyerek anlattığı caminin müezzininin “ben din adamıyım, yalan söyleyemem” diyerek camide içki içilmediğini söylediğini bilmeli herkes.
Ve belki de en önemlisi;
Ölülerimizin yattıkları yerde huzurlu olabilmesi için, iktidara rağmen, iftiralara rağmen, bizi düşman kılanlara rağmen, artık ölmeyelim demeliyiz. Kimse ölmesin. Ne bir tane daha eylemci, ne de bir polis.
“Kardeş olalım” demiyorum, gerçek kardeşleri bile birbirine düşürenlere inat, düşman olmamalıyız biz.
“Bunlar” ile “benim” diye başlayan cümlelerdeki “onlar” olarak aynı göğün altında nefes alıyoruz ve aynı topraklarda çürüyor bedenlerimiz.
Ölülerimizin hatırına, bıkmadan, usanmadan anlatmalıyız şimdi. Nefesimiz yettiği, sözümüz yükseldiğince.
O nedenle şimdi hepimiz için anlatma vaktidir.
Çünkü“bu daha başlangıç, mücadeleye devam.”
Dünyamızı değiştirmeye çalışıyoruz bir yandan umutla, bir yandan “içim(iz)de ölen biri var.”
Hayatımıza yeni kelimeler girdi, yeni anlamlar. “Akrep”mesela. Ya da “bağzı”. Gülüyoruz ba(ğ)zen, mizah kurtarıyor bizi, gençlerin zeka dolu mesajları, sloganları. Öte yandan bir haberle yıkılıyor, yılıyor, irtifa kaybediyoruz.
Kimimiz “İlk defa bir ülkem oldu” diyor, kimimiz “Hayır sevmiyoruz. Niye terk edelim? Değiştireceğiz” diyor. Ben hep sevdim bu ülkeyi, yaşadığım şehri, halk otobüsünde yanıma oturan bin bir türlü insanı.
Belki burası “bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi”, belki “bunlar” diye başlanan nefret dolu cümlelerdeki “bunlar” biziz ama burası bizim de evimiz.
Bir iktidarın gelip “ileri demokrasi” adı altında, her şeyi “biz biliriz” kibriyle hayatlarımıza musallat olup, bizi öldürmeye hakkı olmadığını biliyoruz. Ve bunun için savaşıyoruz. BURASI BİZİM DE ÜLKEMİZ diye.
Gezi’nin bize kazandırdıklarını da biliyoruz. Kaybettirdiklerini de.
(...)
Annemize, babamıza, kardeşimize, bakkalımıza, manavımıza, kuaförümüze, otobüste yanımızda oturan teyzeye, taksiciye, restoranda bize servis yapan garsona. Herkese.
Onların diliyle anlatmalıyız gerekirse, yalanla imanın bir arada bulunmayacağını söylemeliyiz.
Başörtüsünü malzeme yaparak kendine oy toplayan iktidarın, yıllardır bunu değiştirmeye gücü olduğu halde değiştirmediğini anlatmalıyız. Seni kullanıyorlar demeliyiz, inancını istismar ediyorlar.
Faiz lobisi diye uydurma bir kavramla aslında seçmeninin zekasıyla bile dalga geçtiklerini ve Ali Duran Topuz’un ifadesiyle yapılan her şeyi onaylayan bir “caiz lobisi”nin ortaya çıktığını anlatmalıyız. “Benim polisimi öldürdüler”, “Camide içki içtiler” gibi onlarca yalanın arkasına sığındıklarını, ellerinde belge olsa zaten bir gün bile durmayacaklarını. Yukarıdan bakarak değil ama yanlarında olarak konuşmalıyız insanlarla.
“Başbakan ne derse doğrudur”a inanmanın mantığını sorgulattırmalıyız halka. Eğer ekonomiye zarar geldiyse onlarla birlikte aynı zarardan etkilendiğimizi ama hayatlarımızı onların da daha özgür bir ülkede yaşamaları için riske attığımızı...
“Aldatan cehennemdedir” demeli ve aldatıldıklarını anlatmalıyız belki de.
Bu süreçte hatalı olduğumuzu düşündüğümüz şeyler varsa onları da eklemeliyiz. Kibre kapılmadan, iktidarın diline bürünmeden. ASLA küçümsemeli, cahil dememeli, üç paket makarna için oy verdiler gibi alçaltıcı ve hatta neredeyse alçakça söylemlere sığınmamalıyız.
Burslu okuttuklarını söyledikleri çocuklarının iş dünyasına atıldıklarında burslu gemi sahibi olduğunu anlatmalıyız. Dinlemeyenlere, dinleyip de unutmuş olanlara başbakan’ın “gemi var, gemicik var” sözünü hatırlatmalıyız.
Çoğunun kira evlerde, asgari ücretle geçinmeye mahkum olduğu bir ülkede birilerinin kısa zamanda nasıl zengin olduklarını anlatmalıyız sonra. “Saray odası” adını koydukları ultra-lüks evlerin sahiplerinin hep aynı “mahalle”den geldiklerini…
Bıkmadan, usanmadan, durmadan, dinlenmeden.
Ölülerimizi anlatmalıyız, öldürmenin dahi ödüllendirildiğini, polislerin alnından öpülüp “destan yazdıkları” söylendiğini…
Başbakan’ın her konuşmasında “bunlar camide bile içki içtiler” diyerek anlattığı caminin müezzininin “ben din adamıyım, yalan söyleyemem” diyerek camide içki içilmediğini söylediğini bilmeli herkes.
Ve belki de en önemlisi;
Ölülerimizin yattıkları yerde huzurlu olabilmesi için, iktidara rağmen, iftiralara rağmen, bizi düşman kılanlara rağmen, artık ölmeyelim demeliyiz. Kimse ölmesin. Ne bir tane daha eylemci, ne de bir polis.
“Kardeş olalım” demiyorum, gerçek kardeşleri bile birbirine düşürenlere inat, düşman olmamalıyız biz.
“Bunlar” ile “benim” diye başlayan cümlelerdeki “onlar” olarak aynı göğün altında nefes alıyoruz ve aynı topraklarda çürüyor bedenlerimiz.
Ölülerimizin hatırına, bıkmadan, usanmadan anlatmalıyız şimdi. Nefesimiz yettiği, sözümüz yükseldiğince.
O nedenle şimdi hepimiz için anlatma vaktidir.
Çünkü“bu daha başlangıç, mücadeleye devam.”